10 Nisan 2012 Salı

Yasunari Kavabata / Dağın Sesi (Yama no Oto)

Dağın Sesi, Nobel ödüllü Japon yazar Yasunari Kavabata'nın Türkçeye son çevrilen kitabı. Kavabata'nın Karlar Ülkesi, Bin Beyaz Turna, Göl, Go Ustası, Kiyoto ve İzu Dansözü kitapları da dilimize çevrilmiş ama maalesef ki çoğunun baskıları tükenmiş. Karlar Ülkesi ve Bin Beyaz Turna'yı okumuştum, onlar hakkında da birer yazı yazmak istiyorum. Ama herşey sırayla :)


Diğer Kavabata romanları gibi Dağın Sesi'nde de okuyucuyu ilk cezbeden 50li yılların Japonya'sı: kabuklu deniz hayvanları, yeşil soya fasulyeleri, pamuklu kimonolar, kasede içilen çaylar, tapınakların çanları ve gingko ağaçları, trenler ve taşra istasyonları, bonzailer, serçeler ve kirazkuşları, No maskeleri, bir sokak boyunca sözleşip bahçelerine aynı çiçekleri diken evler, geyşalar..


Savaş ise gelenekselin huzurunu parçalayan, kişileri ve toplumu bozan etken olarak romanın içine oturduğu atmosferi şekillendiriyor. Kikuko kocasından korkuyor. Şingo, Şuiçi'nin içindeki karanlığın sebebinin savaşa gitmesi olduğunu söylüyor. Sevgililerini ve kocalarını kaybetmiş "savaş dulları" tek başlarına hayata tutunmaya çalışıyorlar, Şuiçi'nin metresi Kinuko da onlardan biri. 


Okuyup bitirip üzerinde düşünmeye başladığımda ise Dağın Sesi bana çok düzlemli bir yin-yang roman gibi geliyor. Romanın ilk eksenini Şingo ile Kikuko'nun ilişkisi oluşturuyor. Romanın temel karakteri Şingo, altmış yaşının üzerinde, çocuklarını evlendirmiş ve hayatının arkadaşlarını birer birer gömdüğü bir çağına girmiş bir aile babası. Yirmi yaşlarında, çocukluktan kadınlığa geçme evresindeki gelini Kikuko'ya karşı giderek büyüyen bir yakınlık hissediyor. 


Romanın ikinci ekseni ise ölüm/tükenme ve yaşam/doğma/yenilenme. Şingo, içinde bir tanpınak gongu gibi gümleyen "dağın sesi"ni her duyduğunda sevdiği birinin öleceğini hissediyor. Rüyasında ölüleri görüyor ve roman boyunca cenazelere gidiyor. İntihar edenler, intiarı deneyenler ve intiharı düşünenlerden bahsediliyor. Kikuko kürtaj oluyor. Şingo erken bunama belirtileri gösteriyor. Bir yandan da Yaşam, köpek Teru’nun yavruları gibi kendini dünyaya “bırakıyor”. Fırtınanın yapraksız bıraktığı gingkolar yeniden yapraklanıyor, aileyi simgeleştiren kiraz ağacı her bahar daha bir yerine yerleşip daha çok çiçek açıyor, torunlar büyüyor, Şingo'nun oğlunun metresi Kinuko hamile kalıyor - ve iki bin yıllık lotus tohumları yeşeriyor. Gençlik rüyaları gören Şingo'nun da İkinci Dünya Savaşı ve sonrasında lotus tohumları gibi "uyuduğunu", gelininin sıcaklığıyla "uyanmaya başladığını" söyleyebiliriz. 


Geleneksel-modern çatışması üçüncü ekseni oluşturuyor. Kavabata, modernliğin yozlaşma getirdiğini düşünüyor olmalı. Şingo'nun evinde önceki yüzyılda anakronik kaçacak hiçbir şey yok. Kimonolar giyilip obiler bağlanıyor, kadınlar yemek ve evişi yapıyor, su kuyudan çekiliyor.. Eve ilk elektronik eşyalar romanın sonuna doğru, Şingo kendisine nihayet Kikuko'ya karşı hislerini itiraf edebildiği ve kendi "bozulmuşluğunu" kabul edebildiği zaman giriyor. Kikuko da evden gitmeyi Şingo'dan ayrı kalacağı için istemediğini söylediğinde, onun da Şingo'ya karşı duygularını seziyoruz. Törensel bir hediye alışverişi gibi: Kikuko Şingo'ya traş makinası hediye ediyor, Şingo da ona elektrik süpürgesi alıyor. 


Roman beklemedğim bir şekilde bitti. Şingo'nun kızı Fusako bir mağaza, hatta belki bir meyhane açmak istiyor. Kikuko bunu duyunca çok heyecanlanıyor, ona yarım etmek istiyor. Üzerinde düşündüğümde ise uygun bir son gibi geldi: Roman Şingo'nun romanı olarak başladı, Kikuko'nunki olarak bitiyor. Kikuko özgürleşiyor, bağımsızlaşıyor, kendi hayatını yaşamaya başlıyor. Sanıyorum böylece Kavabata, Kikuko'yu olumlu modernleşme - hani bizde de bir zamanlar çok moda olan "Batı'nın teknolojisini aldık amma kültürünü almadık" ideali yolunda yürüterek romanı bitiriyor. 




· Şingo horultuları durdurmak için karısının burnunu sıkardı. Bu işe yaramazsa, kadının boğazına sarılıp onu sarsardı. Keyifsiz gecelerinde, çok uzun zamandır birlikte yaşadığı o yaşlanmış bedenden tiksinirdi. s.9

· Kamakura’nın bu dağlık, ücra bölgesinde geceleri bazen denizin sesi duyulabiliyordu. Şingo belki de denizin sesini duyduğunu düşündü. Ama hayır... dağın sesiydi.
  Rüzgar gibiydi, uzaktan geliyordu, ama yer gürlemesi gibi derindendi. Şingo kulaklarının çınlıyor olabileceğini düşünerek başını salladı.
  Ses kesilince birden korktu. Ölümün yaklaştığını haber almışçasına ürperdi. s.10-11

· Fusako istasyondan yürüyerek gelmiş, Kuniko’yu sırtında taşımış, Satoko’yu elinden tutmuş, diğer eliyle de bohçayı taşımıştı. Hoş bir görüntüydü herhalde, diye düşündü Şingo. s.23

· Her gece çekirgeler kiraz ağacından uçarak iniyordu.
  Şingo ağacın gövdesine yürüdü.
  Çırpılan kanatların sesiyle sarmalanmış halde yukarı baktı. Çekirgelerin sayısına ve kanat seslerine şaşırmıştı. Sanki bir serçe sürüsü havalanmıştı.
  Büyük ağaca bakarken çekirgeler havalanıyordu. s.32

· Kikuko’yu kasvetli bir evden dışarı açılan bir pencere olarak görüyordu. Akrabaları istediği gibi değillerdi ve kendi istedikleri şekilde yaşayamadıklarında kan bağı ağır ve bunaltıcı bir hale geliyordu.
  Gelini onu rahatlatıyordu.
  Ona iyi davranmak, yalnızlığı aydınlatan bir ışındı. Şingo’nun kendini şımartmasının, hayatına biraz yumuşaklık katmasının bir yoluydu. s.34-5

· Yasuko’da her gün okuduğu gazeteleri biriktirip sonradan tekrar göz atma alışkanlığı vardı. Durup dururken verdiği bir haberin kaç günlük olduğu belli olmazdı. Ayrıca saat dokuz haberlerini mutlaka can kulağıyla dinlediğinden, en akla gelmez konuları açabilirdi. s.41

· Toriyama ile karısını tanıyan çok insan kalmamıştı artık. Belki birkaçı hala hayattaydılar, ama o ilişkinin içyüzünü bilenler ölmüştü. Artık istediği gibi anımsama işi karısına kalmıştı. Geçmişi dikkatle inceleyebilecek üçüncü şahıslar yoktu. s.60

· Şuiçi’yi anlamıyorum, öyle iyi bir karısı var ki. Onu Kinu’nun yanında görmek hoşuma gitmiyor, ama karısını kıskanamam, ne kadar yakın gibi görünürlerse görünsünler beni rahatsız etmez. Yoksa mesele, erkeklerin başka kadınları kıskandırmayan kadınlardan hoşlanmamaları mı? s.91-2

· Şuiçi kalp kırıklığıyla ve kederle seslenir gibiydi. Başka hiçbir şeyi olmayan birinin sesiydi onunki. Acıyla, üzüntüyle ya da korkuyla annesine seslenen bir çocuk gibi inliyordu. Sesinde suçluluk duygusu da vardı sanki. Şuiçi kalbini zalimce gözler önüne sererek Kikuko’ya sesleniyor, onun gönlünü almaya çalışıyordu. Belki de sarhoşluğa sığınarak, sevgi dilenircesine sesleniyor, duyulmayacağını sanıyordu. Sanki Kikuko’ya saygı gösterisinde bulunuyordu.
  “Kikuko-o-oh, Kikuko-o-oh.” s.110

· Kikuko, başka bir kadının yanından gelen sarhoş kocasının bacaklarını dizlerinin üstüne koymuş, çoraplarını çıkarıyordu. Şingo ondaki müşfikliği hissetti. s.111

· Evlilik tehlikeli bir bataklık gibiydi, partnerlerin kabahatlerini yutar dururdu. Kinu’nun Şuiçi’ye sevgisi, Şingo’nun Kikuko’ya sevgisi... bunlar Şuiçi’yle Kikuko’nun evliliklerinin bataklığında iz bırakmadan gözden kaybolacak mıydı? s.113

· Şingo, Yasuko’nun ablasıyla evlense, Fusako gibi bir kızı da, Satoko gibi bir torunu da olmazdı herhalde. s.135

· Tapınak çanı yaz kış altıda çalardı ve Şingo o çanı yaz kış ne zaman duysa fazla erken uyandığını düşünürdü. s.140

· ..[T]am istedikleri şekilde büyümüş bir dizi sedir ağacı vardı, istedikleri kadar yayılmışlardı, ta diplere kadar kök salmışlardı. Ben de onlarla birlikte büyüdüğümü hissetmiştim. s.164

· Şingo genç gelinini bahçeye getirmiş yaşlı bir adamdı, ama bu durumda içine sinmeyen bir şeyler vardı. s.165

· Şingo, oğlunun geçirdiği ruhsal felcin ve kokuşmuşluğun boyutu karşısında hayrete kapılmıştı, ama kendisinin de aynı pis bataklığa gömüldüğünü hissediyordu. İçine karanlık bir dehşet yayıldı. s.168

· Hem eğer tutkuları kontrolden çıksa, Şingo hayatını istediği şekilde baştan kurabilse, Kikuko’nun Şuiçi’yle evlenmeden önceki bakire haliyle sevişmek istemez miydi? s.179

· Rüyasında Kikuko’yu sevmesinde ne terslik vardı ki? Bir rüyadan korkacak, utanacak ne vardı? Hem onu gerçek hayatta da gizliden gizliye sevse ne olurdu? s.181

· Belki de temelde neşeli yüzüne şaşkınlık ve düşmanlık yakışmadığından, ağlamak üzereymiş gibi görünüyordu. s.199

· Şingo onunla birlikte küçük bir odaya girse de bir şey yapmadı.
  Kısa süre sonra göğsüne kızın yüzünün hafifçe yaslandığını fark etti. Kızın cilve yaptığını sandı, ama aslında kız uyumuştu anlaşılan.
  Şingo kıza tepeden merakla baktı. Kız fazla yakında olduğundan yüzü görünmüyordu.
  Şingo gülümsedi. İnsanın kollarında genç bir kızın huzur içinde uyumasında iç ısıtıcı bir rahatlık vardı. Kız henüz ergendi, Kikuko’dan dört beş yaş gençti.
  Belki de Şingo, fahişenin haline üzülmüştü biraz. Her halükarda kendini yumuşak bir dinginlikle, genç bir kızla uyumanın dinginliğiyle sarmalanmış hissediyordu.
  Mutluluk, diye düşündü, anlık bir şey olabilir. s.203

· Acıya ancak ondan kurtulabileceğimi bilirsem katlanabilirim sanırım. Anlıyorsun, değil mi? s.207

· İki kadının aynı zamanda aynı erkek tarafından hamile kalması çok anormal bir durum olmayabilirdi. Ama bu erkeğin kendi oğlu olması, tuhaf bir korkuya yol açıyordu. Bu durumda cehennemi bir taraf vardı, intikam veya lanet gibiydi. s.211

· “Savaş ve barış zamanları birbirinden farklıdır.”
  “Ama belki tekrar savaş çıkar. Hem belki önceki savaş hala benim gibilerin aklından çıkmamıştır. Hala içimizde bir yerlerde sürüyordur.” s.228

· “Kikuko. Neden sen ve Şuiçi başka bir yerde oturmuyorsunuz?”
  Şaşkınlıkla başını kaldırıp bakan Kikuko, Şingo’nun yanına geldi. “Korkardım.” Yasuko’nun duyamayacağı kadar alçak bir sesle konuştu. “Şuiçi’den korkardım.”
  “Ondan ayrılmak niyetinde misin?”
  “Ayrılsam size istediğim kadar bakabilirdim” dedi Kikuko ciddiyetle.
  “Senin için talihsizlik olurdu.”
  “İnsanın istediği şeyi yapması talihsizlik değildir.” s.233









Hiç yorum yok:

Yorum Gönder