Diğer Kavabata romanları gibi Dağın Sesi'nde de okuyucuyu ilk cezbeden 50li yılların Japonya'sı: kabuklu deniz hayvanları, yeşil soya fasulyeleri, pamuklu kimonolar, kasede içilen çaylar, tapınakların çanları ve gingko ağaçları, trenler ve taşra istasyonları, bonzailer, serçeler ve kirazkuşları, No maskeleri, bir sokak boyunca sözleşip bahçelerine aynı çiçekleri diken evler, geyşalar..
Savaş ise gelenekselin huzurunu parçalayan, kişileri ve toplumu bozan etken olarak romanın içine oturduğu atmosferi şekillendiriyor. Kikuko kocasından korkuyor. Şingo, Şuiçi'nin içindeki karanlığın sebebinin savaşa gitmesi olduğunu söylüyor. Sevgililerini ve kocalarını kaybetmiş "savaş dulları" tek başlarına hayata tutunmaya çalışıyorlar, Şuiçi'nin metresi Kinuko da onlardan biri.
Okuyup bitirip üzerinde düşünmeye başladığımda ise Dağın Sesi bana çok düzlemli bir yin-yang roman gibi geliyor. Romanın ilk eksenini Şingo ile Kikuko'nun ilişkisi oluşturuyor. Romanın temel karakteri Şingo, altmış yaşının üzerinde, çocuklarını evlendirmiş ve hayatının arkadaşlarını birer birer gömdüğü bir çağına girmiş bir aile babası. Yirmi yaşlarında, çocukluktan kadınlığa geçme evresindeki gelini Kikuko'ya karşı giderek büyüyen bir yakınlık hissediyor.
Romanın ikinci ekseni ise ölüm/tükenme ve yaşam/doğma/yenilenme. Şingo, içinde bir tanpınak gongu gibi gümleyen "dağın sesi"ni her duyduğunda sevdiği birinin öleceğini hissediyor. Rüyasında ölüleri görüyor ve roman boyunca cenazelere gidiyor. İntihar edenler, intiarı deneyenler ve intiharı düşünenlerden bahsediliyor. Kikuko kürtaj oluyor. Şingo erken bunama belirtileri gösteriyor. Bir yandan da Yaşam, köpek Teru’nun yavruları gibi kendini dünyaya “bırakıyor”. Fırtınanın yapraksız bıraktığı gingkolar yeniden yapraklanıyor, aileyi simgeleştiren kiraz ağacı her bahar daha bir yerine yerleşip daha çok çiçek açıyor, torunlar büyüyor, Şingo'nun oğlunun metresi Kinuko hamile kalıyor - ve iki bin yıllık lotus tohumları yeşeriyor. Gençlik rüyaları gören Şingo'nun da İkinci Dünya Savaşı ve sonrasında lotus tohumları gibi "uyuduğunu", gelininin sıcaklığıyla "uyanmaya başladığını" söyleyebiliriz.
Geleneksel-modern çatışması üçüncü ekseni oluşturuyor. Kavabata, modernliğin yozlaşma getirdiğini düşünüyor olmalı. Şingo'nun evinde önceki yüzyılda anakronik kaçacak hiçbir şey yok. Kimonolar giyilip obiler bağlanıyor, kadınlar yemek ve evişi yapıyor, su kuyudan çekiliyor.. Eve ilk elektronik eşyalar romanın sonuna doğru, Şingo kendisine nihayet Kikuko'ya karşı hislerini itiraf edebildiği ve kendi "bozulmuşluğunu" kabul edebildiği zaman giriyor. Kikuko da evden gitmeyi Şingo'dan ayrı kalacağı için istemediğini söylediğinde, onun da Şingo'ya karşı duygularını seziyoruz. Törensel bir hediye alışverişi gibi: Kikuko Şingo'ya traş makinası hediye ediyor, Şingo da ona elektrik süpürgesi alıyor.
Roman beklemedğim bir şekilde bitti. Şingo'nun kızı Fusako bir mağaza, hatta belki bir meyhane açmak istiyor. Kikuko bunu duyunca çok heyecanlanıyor, ona yarım etmek istiyor. Üzerinde düşündüğümde ise uygun bir son gibi geldi: Roman Şingo'nun romanı olarak başladı, Kikuko'nunki olarak bitiyor. Kikuko özgürleşiyor, bağımsızlaşıyor, kendi hayatını yaşamaya başlıyor. Sanıyorum böylece Kavabata, Kikuko'yu olumlu modernleşme - hani bizde de bir zamanlar çok moda olan "Batı'nın teknolojisini aldık amma kültürünü almadık" ideali yolunda yürüterek romanı bitiriyor.
· Şingo horultuları durdurmak için
karısının burnunu sıkardı. Bu işe yaramazsa, kadının boğazına sarılıp onu
sarsardı. Keyifsiz gecelerinde, çok uzun zamandır birlikte yaşadığı o yaşlanmış
bedenden tiksinirdi. s.9
· Kamakura’nın bu dağlık, ücra
bölgesinde geceleri bazen denizin sesi duyulabiliyordu. Şingo belki de denizin
sesini duyduğunu düşündü. Ama hayır... dağın sesiydi.
Rüzgar gibiydi, uzaktan geliyordu, ama yer
gürlemesi gibi derindendi. Şingo kulaklarının çınlıyor olabileceğini düşünerek
başını salladı.
Ses kesilince birden korktu. Ölümün
yaklaştığını haber almışçasına ürperdi. s.10-11
· Fusako istasyondan yürüyerek
gelmiş, Kuniko’yu sırtında taşımış, Satoko’yu elinden tutmuş, diğer eliyle de
bohçayı taşımıştı. Hoş bir görüntüydü herhalde, diye düşündü Şingo. s.23
· Her gece çekirgeler kiraz
ağacından uçarak iniyordu.
Şingo ağacın gövdesine yürüdü.
Çırpılan kanatların sesiyle sarmalanmış halde
yukarı baktı. Çekirgelerin sayısına ve kanat seslerine şaşırmıştı. Sanki bir
serçe sürüsü havalanmıştı.
Büyük ağaca bakarken çekirgeler
havalanıyordu. s.32
· Kikuko’yu kasvetli bir evden
dışarı açılan bir pencere olarak görüyordu. Akrabaları istediği gibi değillerdi
ve kendi istedikleri şekilde yaşayamadıklarında kan bağı ağır ve bunaltıcı bir
hale geliyordu.
Gelini onu rahatlatıyordu.
Ona iyi davranmak, yalnızlığı aydınlatan bir
ışındı. Şingo’nun kendini şımartmasının, hayatına biraz yumuşaklık katmasının
bir yoluydu. s.34-5
· Yasuko’da her gün okuduğu
gazeteleri biriktirip sonradan tekrar göz atma alışkanlığı vardı. Durup
dururken verdiği bir haberin kaç günlük olduğu belli olmazdı. Ayrıca saat dokuz
haberlerini mutlaka can kulağıyla dinlediğinden, en akla gelmez konuları
açabilirdi. s.41
· Toriyama ile karısını tanıyan çok
insan kalmamıştı artık. Belki birkaçı hala hayattaydılar, ama o ilişkinin
içyüzünü bilenler ölmüştü. Artık istediği gibi anımsama işi karısına kalmıştı.
Geçmişi dikkatle inceleyebilecek üçüncü şahıslar yoktu. s.60
· Şuiçi’yi anlamıyorum, öyle iyi bir
karısı var ki. Onu Kinu’nun yanında görmek hoşuma gitmiyor, ama karısını
kıskanamam, ne kadar yakın gibi görünürlerse görünsünler beni rahatsız etmez.
Yoksa mesele, erkeklerin başka kadınları kıskandırmayan kadınlardan
hoşlanmamaları mı? s.91-2
· Şuiçi kalp kırıklığıyla ve kederle
seslenir gibiydi. Başka hiçbir şeyi olmayan birinin sesiydi onunki. Acıyla,
üzüntüyle ya da korkuyla annesine seslenen bir çocuk gibi inliyordu. Sesinde
suçluluk duygusu da vardı sanki. Şuiçi kalbini zalimce gözler önüne sererek
Kikuko’ya sesleniyor, onun gönlünü almaya çalışıyordu. Belki de sarhoşluğa
sığınarak, sevgi dilenircesine sesleniyor, duyulmayacağını sanıyordu. Sanki
Kikuko’ya saygı gösterisinde bulunuyordu.
“Kikuko-o-oh, Kikuko-o-oh.” s.110
· Kikuko, başka bir kadının yanından
gelen sarhoş kocasının bacaklarını dizlerinin üstüne koymuş, çoraplarını
çıkarıyordu. Şingo ondaki müşfikliği hissetti. s.111
· Evlilik tehlikeli bir bataklık
gibiydi, partnerlerin kabahatlerini yutar dururdu. Kinu’nun Şuiçi’ye sevgisi,
Şingo’nun Kikuko’ya sevgisi... bunlar Şuiçi’yle Kikuko’nun evliliklerinin
bataklığında iz bırakmadan gözden kaybolacak mıydı? s.113
· Şingo, Yasuko’nun ablasıyla
evlense, Fusako gibi bir kızı da, Satoko gibi bir torunu da olmazdı herhalde.
s.135
· Tapınak çanı yaz kış altıda
çalardı ve Şingo o çanı yaz kış ne zaman duysa fazla erken uyandığını
düşünürdü. s.140
· ..[T]am istedikleri şekilde
büyümüş bir dizi sedir ağacı vardı, istedikleri kadar yayılmışlardı, ta diplere
kadar kök salmışlardı. Ben de onlarla birlikte büyüdüğümü hissetmiştim. s.164
· Şingo genç gelinini bahçeye
getirmiş yaşlı bir adamdı, ama bu durumda içine sinmeyen bir şeyler vardı.
s.165
· Şingo, oğlunun geçirdiği ruhsal
felcin ve kokuşmuşluğun boyutu karşısında hayrete kapılmıştı, ama kendisinin de
aynı pis bataklığa gömüldüğünü hissediyordu. İçine karanlık bir dehşet yayıldı.
s.168
· Hem eğer tutkuları kontrolden
çıksa, Şingo hayatını istediği şekilde baştan kurabilse, Kikuko’nun Şuiçi’yle
evlenmeden önceki bakire haliyle sevişmek istemez miydi? s.179
· Rüyasında Kikuko’yu sevmesinde ne
terslik vardı ki? Bir rüyadan korkacak, utanacak ne vardı? Hem onu gerçek
hayatta da gizliden gizliye sevse ne olurdu? s.181
· Belki de temelde neşeli yüzüne
şaşkınlık ve düşmanlık yakışmadığından, ağlamak üzereymiş gibi görünüyordu.
s.199
· Şingo onunla birlikte küçük bir
odaya girse de bir şey yapmadı.
Kısa süre sonra göğsüne kızın yüzünün hafifçe
yaslandığını fark etti. Kızın cilve yaptığını sandı, ama aslında kız uyumuştu
anlaşılan.
Şingo kıza tepeden merakla baktı. Kız fazla
yakında olduğundan yüzü görünmüyordu.
Şingo gülümsedi. İnsanın kollarında genç bir
kızın huzur içinde uyumasında iç ısıtıcı bir rahatlık vardı. Kız henüz ergendi,
Kikuko’dan dört beş yaş gençti.
Belki de Şingo, fahişenin haline üzülmüştü
biraz. Her halükarda kendini yumuşak bir dinginlikle, genç bir kızla uyumanın
dinginliğiyle sarmalanmış hissediyordu.
Mutluluk, diye düşündü, anlık bir şey
olabilir. s.203
· Acıya ancak ondan
kurtulabileceğimi bilirsem katlanabilirim sanırım. Anlıyorsun, değil mi? s.207
· İki kadının aynı zamanda aynı
erkek tarafından hamile kalması çok anormal bir durum olmayabilirdi. Ama bu
erkeğin kendi oğlu olması, tuhaf bir korkuya yol açıyordu. Bu durumda cehennemi
bir taraf vardı, intikam veya lanet gibiydi. s.211
· “Savaş ve barış zamanları
birbirinden farklıdır.”
“Ama belki tekrar savaş çıkar. Hem belki
önceki savaş hala benim gibilerin aklından çıkmamıştır. Hala içimizde bir
yerlerde sürüyordur.” s.228
· “Kikuko. Neden sen ve Şuiçi başka
bir yerde oturmuyorsunuz?”
Şaşkınlıkla başını kaldırıp bakan Kikuko,
Şingo’nun yanına geldi. “Korkardım.” Yasuko’nun duyamayacağı kadar alçak bir
sesle konuştu. “Şuiçi’den korkardım.”
“Ondan ayrılmak niyetinde misin?”
“Ayrılsam size istediğim kadar bakabilirdim”
dedi Kikuko ciddiyetle.
“Senin için talihsizlik olurdu.”
“İnsanın istediği şeyi yapması talihsizlik
değildir.” s.233
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder