11 Ocak 2012 Çarşamba

Italo Calvino / Görünmez Kentler (Le Citta Invisibili)

• [IC] Zekanın karamsarlığıyla iradenin iyimserliğini savunan Gramsci geleneğine bağlılığını sürdürüyor, Pintor’un izinde “muhalifliğin keskin zekası” olacak bir edebiyatı talep ediyordu. s.26

• Oscar Wilde, yaşamının hangi anında olursa olsun, insanın tüm geçmişinin, tüm şimdisinin ve tüm geleceğinin bizzat kendisi olduğunu söylerken Marco Polo’nun “Görünmez Kentler”e yaptığı zaman ötesi yolculuğu anlatır sanki. Efesli Herakleitos da “insanın yazgısı kişiliğidir” demiş ve aynı sürekliliği vurgulamıştı. s.28-9

• “Aristo’ya duyduğum sevgi kaçış mı? ... Kaçış,” diyordu Calvino, “esaretimizi her cümlesiyle biraz daha perçinleyen dünya tanımlarının tutsaklığından kaçmak, arzu dünyamıza biçim verecek başka bir kodlama, başka bir sözdizim, başka bir sözcük dağarcığı önermektir.” s.35

• [Borges’in] her metni, evrenin bir modelini ya da evrenin bir simgesini içerir: sonsuzluğu, çoğulculuğu, şimdiyi ya da dönüşümlü zamanı. Marco Polo’nun “düşünceyle gidip gördüğü” kentleri anlatan her kısa metin de evrenin bir simgesi ya da bir modelidir. Bu mikro modeller, anılar, arzular, göstergeler, takas ve gözlerle, adlar, ölüler ve gökyüzü ile kurdukları ilişkide incelik, süreklilik ve gizlilik kazanıp tam beş kez çoğalarak, kristalin güven mimarisinde bir bütünlük ararlar. ‘Görünmez Kentler’ sonsuzlukta, çoğullukta ve tarihsiz bir zamanda yaşanan bir kimlik krizidir. s.37

• [IC:] Geometrik ussallık ile, kördüğüm bir yün yumağına benzeyen insan varoluşunun giriftliği arasındaki gerilimi anlatmada bana en büyük olasılıkları tanıyan simge ... kent oldu. s.39

• [IC] yazısının bütün keyfi bu “ussallıkta şiirsellik” formülünde gizli. s.47

• Kent meydanında yaşlıların bir duvarı vardır: üzerine dizilir, gençliğin önlerinden geçip gidişine bakarlar; o da oturur aralarına. Arzular birer anıdır şimdi. s.60

• Oysa kent geçmişini dile vurmaz, çizik, çentik, oyma ve kakmalarında zamanın izini taşıyan her parçasına, sokak köşelerine, pencere parmaklıklarına, merdiven tırabzanlarına, paratoner antenlerine, bayrak direklerine yazılı geçmişini bir elin çizgileri gibi barındırır içinde. s.62

• Üç gün hep güneye gidersen, karşına, iç içe kanallarla sırılsıklam, göklerinde uçurtmaların uçtuğu bir kent, Anastasia dikiliverir. s.63

• Her kent biçimini, karşısında durduğu çölden alır; iki çölün sınır kenti Despina’yı böyle görür deveci ile denizci. s.68

• [MP KH’a] Sözlerim, senin etrafında hangi ülkeyi kurarsa kursun, bu sarayın yerinde kazıklar üzerine kurulmuş bir köy de olsa, meltem sana çamur dolu bir nehir ağzının kokusunu da getirse, sen hep kendi durduğun yere benzer bir yerden göreceksin onu. s.75

• Bir kente girer Marco; bir meydanda, birinin, geçmişte kendisinin olabilecek bir yaşamı ya da bir anı yaşadığını görür; çok zaman önce, zamanın içinde durmuş olsaydı, orada, o meydanda o adam değil, kendisi olabilirdi şimdi. s.76

• Yaşanmamış gelecekler geçmişin dallarıdır yalnızca: kuru dalları.
“Bütün bu yolculuklar geçmişini yeniden yaşamak için mi?” diye sordu bu noktada Han. Şöyle de sorabilirdi aslında: “Bütün bu yolculuklar geleceğini yeniden bulmak için mi?”
Şöyle cevap verdi Marco: “Başka yer, negatif bir aynadır. Yolcu sahip olduğu tenhayı tanır, sahip olamadığı ve olamayacağı kalabalığı keşfederek.” s.76

• Eutropia sakinleri üzerlerinde müthiş bir yorgunluk hissettiklerinde ve kimsenin artık mesleğine, akrabalarına, evine ve sokağına, borçlarına, selamlanacak ya da selamladığı kişilere katlanamadığı gün, kentin tüm nüfusu boş ve yeni gibi orada onları bekleyen, herkesin değişik bir meslek, değişik bir eş bulacağı, pencereyi açtığında değişik bir manzara göreceği, akşamları vaktini başka şeyler, başka arkadaşlıklar, başka dedikodularla geçireceği komşu kente yerleşmeye karar verirler. s.108

• Yüce Han tüm ağırlıklarıyla dünyanın ve insanlığın üstüne çökmüş kentlerle kaplı, zenginlik ve tıkanıklıkla yüklü, süs ve görevlerle tıkış tıkış, mekanizma ve hiyerarşi ile karmakarışık, şiş, gergin, ağır bir imparatorluğu seyrediyor.
“İmparatorluğu böyle pestil gibi ezen kendi ağırlığı,” diye düşünüyor Kubilay ve uçurtmalar gibi hafif kentler, dantel gibi delikli kentler, cibinlikler gibi saydam kentler, yaprak damarlarına, el çizgilerine benzer nervür kentler, opak, aldatıcı kalınlıkları içinden bakıldığında görülen telkâri kentler giriyor artık rüyalarına. s.117

• Yaşamda bir an geliyor, tanıdığın insanlar arasında ölüler canlılardan çok oluyor. Ve beyin başka yüz hatlarını, başka ifadeleri kabul etmeye yanaşmıyor: rastladığı bütün yeni yüzlere eski izlerin damgasını vurup her birine en uygun maskeyi buluyor. s.139

• Belki de dünyadan geriye çöplüklerle kaplı belli belirsiz bir yer, bir de Yüce Han’ın sarayının asma bahçesi kaldı. Onları birbirinden ayıran bizim gözkapaklarımız, ama hangisi içeride hangisi dışarıda belli değil. s.148

• Hüzün kenti Raissa’da da, bir canlı varlığı diğerine bir an için bağlayıp çözülüveren, sonra dönüp hareketli noktalar arasında tekrar gerilerek anlık yeni figürler çizen ve böylece bu mutsuz kente, her saniye, varlığından bile habersiz olduğu mutlu bir kent kazandıran görünmez bir iplik dolaşıyor. s.189

• Alçak kıyıları bataklıkların içinde kaybolan bir göl gibi Pentesilea, ovanın içinde erimiş, çorbaya benzeyen bir kent. s.196

• Her iyiler kentinin tohumunda bir kötü tohum gizli; iyi olmanın verdiği güven ve gurur bu tohum: gereğinden fazla iyi olduklarını iddia edenlerden de iyi olmak. Çünkü bu güven ve gurur, kin, rekabet, misilleme gibi duygulara dönüşecek, kötülerden küçük intikamlar alma gibi doğal bir arzu, onların yerinde olma ve aynı şeyleri onlara yapma tutkusu haline gelecektir. s.201

• Biz canlıların cehennemi gelecekte var olacak bir şey değil, eğer bir cehennem varsa, burada, çoktan aramızda; her gün içinde yaşadığımız, birlikte, yan yana durarak yarattığımız cehennem. İki yolu var acı çekmemenin: Birincisi pek çok kişiye kolay gelir: cehennemi kabullenmek ve onu göremeyecek kadar onunla bütünleşmek. İkinci yol riskli: sürekli bir dikkat ve eğitim istiyor; cehennemin ortasında cehennem olmayan kim ve ne var, onu aramak ve bulduğunda tanımayı bilmek, onu yaşatmak, ona fırsat vermek. s.204

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder