· Sesi öyle güzeldi ki, insana
hüzünlü geliyordu. O çın çın ötüşüyle karlı gecenin ta uzaklarından, yankılar
yapa yapa döner gelir gibiydi. s.18
· Şimamura balenin “vuslatına ermek”
istemiyor, kendi hayalinde, Batı’dan gelme kitap ve resimlerle canlanan
görüntülerin tadını çıkarıyordu. Hiç görmediği birine aşık olmakla birdi bu.
s.33
· Haylaz yaradılışlı kimseler
rahatları bozulmasın diye, girdikleri çevrenin rengini almaya çalışırlar.
Şimamura gittiği yerlerin ruhunu iç güdüsüyle kapıverirdi. s.34
· Kadının beyaz pudralı yüzü erkeğin
aklına karlar ülkesinin soğuğunu getirdi. s.42-3
· Haşin, yalın bir gece manzarası...
Her yeri kaplayan karların don tutarken çıkardığı çatırtı toprağın ta içinde,
derinden derine gümbürder gibiydi. Ay yoktu. İnanılmayacak kadar sayısız
görünen yıldızlar öyle parlar ve yakındılar ki, boşluğun dönüşündeki hızdan
düşüp dökülür gibiydiler. Yıldızlar yaklaştıkça gökyüzü geri geri çekilerek
gecenin rengine karışıyordu. Sınır dağlarının birbirinden ayırt edilemeyen
tepeleri, yaldızlı göğün eteklerine bütün ağırlıklarıyla yaslanmışlardı; büyük
ve yüksek oluşlarını göstermeden duyumsatan derin bir siyahlıkla... Gecenin tüm
görünümü duru, durgun bir uyum içinde bütünleşiyordu. s.46-7
· Kadının saçı, pencere camı, kendi
kimonosunun kumaşı... dokunduğu her şey Şimamura’nın şimdiye dek bilmediği bir
soğukluktaydı. s.47
· Aynanın derinindeki beyazlık karın
rengiydi ve bu beyazlığın orta yerinde, kadının yanaklarının gelincik alı
yüzüyordu. Sözle anlatılmaz, taptaze bir güzellik vardı bu renklerin
karşıtlığında. s.49
· On iki, on üç yaşlarında bir kız
çocuğu bir kenarda, sırtını bir duvara dayayıp durmuş örgü örüyordu. Bol
şalvarının altından görünün ayaklarına yalnızca sandalet giymişti. Şimamura
onun tabanlarının soğuktan kızarıp çatlamış olduğunu görebiliyordu. İki
yaşlarında gösteren bir kız çocuğu onun yanında, bir odun yığınının üstüne
çıkmış, büyük bir sabırla yün yumağını tutmaktaydı. Küçük kızdan büyüğüne
süzülen soluk, kül rengi yün çizgisi bile, sımsıcak bir ışık saçar gibiydi.
s.51
· Ev eski ve haraptı, ihtiyar bir
abanoz ağacının çiçek bozuğu gövdesi gibi... s.53
· Yeni soyulmuş bir soğanın ya da
açılmamış bir zambağın diriliğini andıran tenine, ta boynuna kadar, hafif bir
pembelik yayılmıştı. s.69
· Komako bekleme salonunun kapalı
penceresinin iç tarafında duruyordu. Trenden bakılınca, yoksul bir köy
bakkalının kirli vitrininde, tek bir tane kalmış garip bir meyvayı andırıyordu.
s.77
· Ay, o ilk beyazlığını yitirmiş,
belli belirsiz renklenmişti, ama kış gecelerinin duru soğukluğunu daha
almamıştı. s.78
· Karşıdaki sedir koruluğunda
tayyare böcekleri, sayısız sürüler halinde uçuşuyorlardı, rüzgarda hindiba
tüyleri gibi: Irmak sedir dallarının ucundan dökülüyor sanırdınız. s.81-2
· Beyaz bir duvarın geniş saçakları
altında, şalvar ve yepyeni olduğu anlaşılan alev rengi kimono giymiş bir küçük
kız çocuğu lastik top oynuyordu. Şimamura bu görüntüde sonbaharı buldu. s.95
· Gerçi avarenin biriydi; günlerini
ha dağda geçirmiş, ha bayırda; hiç fark etmezdi. Gene de dağcılığa “boşuna
çaba”nın bir örneği gözüyle bakardı. Bu yüzden de bu spor, gerçek dışı şeylerin
büyüsüyle çekerdi onu. s.97
· Komako gülümseyerek başını
salladı. Sonra bir kor parçasının alev alışı gibi, gülümseyişi bir kahkaha olup
çıktı. s.98
· Şu Tokyo’lular çapraşık insanlar.
Öyle bir gürültü kargaşalık arasında yaşıyorlar ki, duyguları bölük pörçük
oluyor. s.101
· [G]erçekten sevebilmek kadınlara
vergi, bu dünyada. s.110
· Yol boyundaki alçak, karanlık
evler yangının ışığında bir görünüp bir silindikçe soluk alıp verir gibiydiler.
s.141
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder