18 Nisan 2012 Çarşamba

Yasunari Kavabata / Karlar Ülkesi


· Sesi öyle güzeldi ki, insana hüzünlü geliyordu. O çın çın ötüşüyle karlı gecenin ta uzaklarından, yankılar yapa yapa döner gelir gibiydi. s.18

· Şimamura balenin “vuslatına ermek” istemiyor, kendi hayalinde, Batı’dan gelme kitap ve resimlerle canlanan görüntülerin tadını çıkarıyordu. Hiç görmediği birine aşık olmakla birdi bu. s.33

· Haylaz yaradılışlı kimseler rahatları bozulmasın diye, girdikleri çevrenin rengini almaya çalışırlar. Şimamura gittiği yerlerin ruhunu iç güdüsüyle kapıverirdi. s.34

· Kadının beyaz pudralı yüzü erkeğin aklına karlar ülkesinin soğuğunu getirdi. s.42-3

· Haşin, yalın bir gece manzarası... Her yeri kaplayan karların don tutarken çıkardığı çatırtı toprağın ta içinde, derinden derine gümbürder gibiydi. Ay yoktu. İnanılmayacak kadar sayısız görünen yıldızlar öyle parlar ve yakındılar ki, boşluğun dönüşündeki hızdan düşüp dökülür gibiydiler. Yıldızlar yaklaştıkça gökyüzü geri geri çekilerek gecenin rengine karışıyordu. Sınır dağlarının birbirinden ayırt edilemeyen tepeleri, yaldızlı göğün eteklerine bütün ağırlıklarıyla yaslanmışlardı; büyük ve yüksek oluşlarını göstermeden duyumsatan derin bir siyahlıkla... Gecenin tüm görünümü duru, durgun bir uyum içinde bütünleşiyordu. s.46-7

· Kadının saçı, pencere camı, kendi kimonosunun kumaşı... dokunduğu her şey Şimamura’nın şimdiye dek bilmediği bir soğukluktaydı. s.47

· Aynanın derinindeki beyazlık karın rengiydi ve bu beyazlığın orta yerinde, kadının yanaklarının gelincik alı yüzüyordu. Sözle anlatılmaz, taptaze bir güzellik vardı bu renklerin karşıtlığında. s.49

· On iki, on üç yaşlarında bir kız çocuğu bir kenarda, sırtını bir duvara dayayıp durmuş örgü örüyordu. Bol şalvarının altından görünün ayaklarına yalnızca sandalet giymişti. Şimamura onun tabanlarının soğuktan kızarıp çatlamış olduğunu görebiliyordu. İki yaşlarında gösteren bir kız çocuğu onun yanında, bir odun yığınının üstüne çıkmış, büyük bir sabırla yün yumağını tutmaktaydı. Küçük kızdan büyüğüne süzülen soluk, kül rengi yün çizgisi bile, sımsıcak bir ışık saçar gibiydi. s.51

· Ev eski ve haraptı, ihtiyar bir abanoz ağacının çiçek bozuğu gövdesi gibi... s.53

· Yeni soyulmuş bir soğanın ya da açılmamış bir zambağın diriliğini andıran tenine, ta boynuna kadar, hafif bir pembelik yayılmıştı. s.69

· Komako bekleme salonunun kapalı penceresinin iç tarafında duruyordu. Trenden bakılınca, yoksul bir köy bakkalının kirli vitrininde, tek bir tane kalmış garip bir meyvayı andırıyordu. s.77

· Ay, o ilk beyazlığını yitirmiş, belli belirsiz renklenmişti, ama kış gecelerinin duru soğukluğunu daha almamıştı. s.78

· Karşıdaki sedir koruluğunda tayyare böcekleri, sayısız sürüler halinde uçuşuyorlardı, rüzgarda hindiba tüyleri gibi: Irmak sedir dallarının ucundan dökülüyor sanırdınız. s.81-2

· Beyaz bir duvarın geniş saçakları altında, şalvar ve yepyeni olduğu anlaşılan alev rengi kimono giymiş bir küçük kız çocuğu lastik top oynuyordu. Şimamura bu görüntüde sonbaharı buldu. s.95

· Gerçi avarenin biriydi; günlerini ha dağda geçirmiş, ha bayırda; hiç fark etmezdi. Gene de dağcılığa “boşuna çaba”nın bir örneği gözüyle bakardı. Bu yüzden de bu spor, gerçek dışı şeylerin büyüsüyle çekerdi onu. s.97

· Komako gülümseyerek başını salladı. Sonra bir kor parçasının alev alışı gibi, gülümseyişi bir kahkaha olup çıktı. s.98

· Şu Tokyo’lular çapraşık insanlar. Öyle bir gürültü kargaşalık arasında yaşıyorlar ki, duyguları bölük pörçük oluyor. s.101

· [G]erçekten sevebilmek kadınlara vergi, bu dünyada. s.110

· Yol boyundaki alçak, karanlık evler yangının ışığında bir görünüp bir silindikçe soluk alıp verir gibiydiler. s.141

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder